27 Haziran 2016 Pazartesi


Çok Mümkün Bir ÜtopyaZootopia

İki hafta önce vizyona giren Zootopia, Türkçe ismiyle Zootropolis’i henüz izlemeyenler dikkat, az sonra okuyacağınız üçüncü blog yazım spoiler içeriyor, demedi demeyin.

Vizyona girer girmez kardeşimle gittiğim Zootropolis’i en az onun kadar başarılı benzerlerinden ayırıp yazıma konu edinmemi sağlayan  filmin ana karakterleri hayvanların beslenme biçimleri…

Biz insanların ki gibi medeni bir hayatın süregeldiği Zootropolis; yırtıcıların evrimleştiği, av ve avcının birlikte yaşayabildiği, ilkel ve vahşi yöntemlerin bir kenara bırakıldığı, bir nevi herkesin vejetaryen olduğu bir dünya... 

“Eee, koca fabl’dan bunu mu anladın şimdi?” demeniz mümkün… Tüm türlerin kardeşçe, bir arada yaşayabildiği bu şehir bize barış içinde, çok uluslu ama tek kültürlü bir hayatı işaret ediyor.  Filmin dikkat çeken repliklerinden “Zootopia’da ne olmak istersen Osun,” cümlesi ise ben merkezli, özgürlük kutsayıcı amerikan yaklaşımını tekrar tekrar hissettiriyor…

Bu eleştirel bakış bir kenarda dursun, özellikle Batı Amerika’da yükselen vegan nüfusu ve vegan yemek çeşitliliğindeki artışı düşündüğümüzde film bana umut vadedici bir biçimde çocuklara yönelik bir 
ön hazırlık gibi geldi. Bilimde, teknolojide, ekonomide bizi sürekli yakın geleceğe hazırlayan yapımlar sanki bu konuya da el atmış gibi.

İzleyen birçok insanın bu çıkarımı yapması mümkün olmayabilir fakat özünde biyolojik olduğu söylenen eylemlerle derdi olan bu filmin minik beyinlerde bazı algı kapılarını erkenden açmaya hevesli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Öyle ki, çocuğuma vegan etik ve felsefesini anlatacak olsam başvuracağım bir kaç yöntemden biri de bu filmi izletmek olur. 

Sebebini aktarabilmek için biraz daha konusundan bahsedeyim… 

Zootopiada 14 memeli nedeni bilinmeyen bir şekilde vahşileşmiştir. Bu memelilerin sadece yırtıcı familyasından olduğunun öğrenilmesi halkta bir panik havası yaratır ve o can alıcı soru gelir. Bu vahşilik yırtıcıların genlerinde mi vardır?  Yıllarca avcılık içgüdüleri ile hayatta kalan bu canlılar evrimleşememiş midir? Soruların net cevabı olmasa da eski avlar çoktan korkuyla dolmuş, halk birbirinden uzaklaşmıştır…

Film boyunca beni en etkileyen bölüm; tüm bu davanın peşine düşen polis memuru tavşan Judy ve sonradan yakın arkadaş olacağı kurnaz tilki Nick arasında geçen bir diyalog oldu. Nick, Judye “Benden korkuyor musun? Sence delirebilir miyim? Vahşileşebilir miyim? Seni yemeye çalışabilir miyim?” diye sorarken yediğimiz onca canlıya rağmen kendimizi nasıl da ahlakın en üst basamaklarında, vahşilikten ve ilkellikten çok uzak gördüğümüze bir kere daha hayret ettim. 

“Vahşiliğin DNAmda olduğunu söylemeye nasıl cüret edersin” diye çıkışan Nick, bunu şahsına yapılmış bir hakaret olarak görüp tavşan arkadaşına tavır koyuyor.
Hayvan yemenin doğamızda olduğunu söyleyen vejetaryen-vegan karşıtı kesime ders verir nitelikte olan bu bölüm filmin de en vurgu alan kısı.

Sonrasında memelileri vahşileştiren şeyin bir bitki olduğu ve bu bitkinin aslında yırtıcı olmayanları da aynı biçimde etkileyebileceği ortaya çıkıyor. Eski huzurlu yaşantıya geri dönülüyor, yırtıcılara karşı oluşan önyargı da son buluyor. Ben de filmin açılış repliğini temenni ederek, biraz da umutla ayrılıyorum salondan:

“Korku, ihanet, kana susamışlık. Binlerce yıl önce dünyamıza hükmeden güçlerdi bunlar.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder